Skip to main content
Genel

TİHEK 2021 Yılı Ayrımcılıkla Mücadele Raporu Bilgi Belge Talebine cevabımız

By Mart 2, 2022No Comments

Fotoğraf: Evin Arslan / csgorselarsiv.org

TİHEK’ten Gelen Bilgi Talebine İlişkin Görüşümüz

TİHEK’ten 09.02.2022 tarihinde gelen Ayrımcılıkla Mücadele 2021 Yılı Raporu için ayrımcılıkla mücadelenin mevcut durumunu, ayrımcılıkla mücadele alanında olumlu gelişmeler ile varsa ayrımcılık sorunlarını ve bu sorunların olası çözümlerine ilişkin bilgi, belge, değerlendirme ve istatistiklerin gönderilmesi talebine verdiğimiz cevabı yayınlıyoruz:

2021 Yılı Ayrımcılıkla Mücadele Raporu Bilgi Belge Talebine cevabımız

  1. 2021 senesi Türkiye’de kadın haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine saldırılar açısından bir utanç senesi olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki, Türkiye, hazırlanmasında etkin rol aldığı, ilk imzacısı olduğu, adını imzaya açıldığı şehir olan İstanbul’dan alan ve Meclis’te bulunan tüm partilerin vekilleri tarafından oybirliği ile onaylayarak yürürlüğe aldığı İstanbul Sözleşmesi’nden, 20 Mart 2021’de toplumdaki tüm itirazlara rağmen bir Cumhurbaşkanı Kararı ile çekilmiştir. Esasen, bu kararla Türkiye, imzalayıp onayladığı bir uluslararası insan hakları sözleşmesinden çekilen dünyada ilk ve tek ülke olmuştur.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, ya da bilinen kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi, önleme, koruma, kovuşturma ve bütünlüklü politika oluşturma temeli üzerine kurulu bir yol haritası önererek kadınlara karşı şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmayı amaçlayan en bütünlüklü ve ilerici insan hakları sözleşmesidir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde temel unsurun toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması olduğunu vurgulayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, toplumun geniş kesimlerinde tepkiyle karşılanmış, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası insan hakları kurum ve kuruluşları tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Çekilmenin gerekçesi olarak ise LGBTİ+’ların gösterilmesi, LGBTİ+’lara yönelik nefret ve ayrımcılığın devlet kurumları tarafından sistematik olarak benimsendiğini göstermiş, Diyanet İşleri Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere kamunun çeşitli kademelerinden yükseltilen nefret söylemleri LGBTİ+’ların güvenliğini ve şiddetten uzak yaşama hakkını ağır şekilde ihlal etmiştir ve etmeye devam etmektedir.

Kadının İnsan Hakları Derneği ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, her yıl yüzlerce kadının erkekler tarafından öldürüldüğü ve şiddete maruz bırakıldığı Türkiye’de, devletin ilgili tüm karar alıcı ve uygulayıcılarını, kadına karşı şiddetle mücadelede en temel hukuk metni olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının bir an önce gözden geçirilerek sözleşmeye tekrar taraf olmaya ve kadına yönelik şiddetle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi konusunda uluslararası ve ulusal hukuktan doğan yükümlülüklerini noksansız bir şekilde ivedilikle yerine getirmeye davet etmektedir. 

  1.  Kadının İnsan Hakları Derneği’nin faaliyetlerini https://kih.betik.dev/ Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın faaliyetlerini ise https://morcati.org.tr/ internet sitelerinden takip edebilirsiniz.
  2. Kadının İnsan Hakları Derneği doğrudan kadınlardan başvuru almamaktadır. Bununla birlikte, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı dayanışma merkezi ve sığınağında şiddete maruz kalan kadınlarla yaptığı çalışmada, kadınların şiddetle mücadele mekanizmalarına başvurduklarında karşı karşıya kaldıkları ayrımcılığa dair bilgi edinmektedir. Kadınların cinsiyetlerinden dolayı maruz kaldıkları ayrımcılık her başvuruda gözlemlenirken yaş, vatandaşlık statüsü, engellilik durumu gibi ayrımcılıklara da sıklıkla maruz kalmaktadırlar. Aşağıda paylaşılan örnek şiddetten uzaklaşma mücadelesi veren kadınların ayrımcılığa maruz kalmalarının sonuçlarını ortaya koymaktadır:

Temmuz 2021’de, maruz kaldığı şiddetten uzaklaşmak için Mor Çatı’dan destek alan bir kadın maruz kaldığı kötü uygulamaları paylaştı. Yapılan görüşmede başvuran kadın, daha önce kocasından gördüğü şiddetten uzaklaşmak için polise başvurduğunu, fakat burada gördüğü kötü muamele yüzünden artık polise başvurmayacağını belirtti. Başvuran, polise başvurması ile ilgili deneyimini şöyle aktarmıştır: “10 kere şikayet edip şikayetimi çektim. Devlet sormadı ‘Bu kadın neden şikayetini çekti?’ diye.  Çocuklar anne gidersek lütfen polise gitmeyelim diyorlar. Bir defasında ‘Bu adam, bizim babamız ama gitmek istemiyoruz.’ dediler ama polis baba ile yolladı.” Mor Çatı’ya ulaştığında ise çocukları ile sığınağa alınmayacağı endişesini paylaşarak ne yapabileceğini sordu. Yapılan görüşmede Mor Çatı’ya başvurmadan yaklaşık 6 ay önce bulunduğu ildeki ŞÖNİM’i aradığı ve orada kendisine 12 yaşından büyük oğlan çocuğunun alınmadığı belirtilerek kendisi ile bir çalışma yapılmadığı anlaşıldı. Kadınla yapılan konuşmada ŞÖNİM’e başvurduğu tarihte çocuğunun henüz 12 yaşında olmadığı anlaşıldı. 

Bu örnekte görüldüğü üzere, karakollarda kadınların maruz kaldığı ayrımcı tutum –yanlış bilgilendirme, bilgi vermeme, eve dönmeyi telkin etme, işlem yapmama, bekletme gibi- kadınların polise başvurarak haklarına erişmelerinde önemli bir engel oluşturmaktadır.

Kadın Konukevlerinin Açılması ve İşletilmesi Hakkında Yönetmeliğe göre sığınaklara 12 yaş üstü oğlan çocuklar ile engelli çocuklar kabul edilmemektedir. 18 yaşında altındaki her kişinin çocuk olduğu göz önüne alındığında bu uygulama çocuk hakları ihlalidir. Ayrıca çocukların engellilik durumları üzerinden ayrımcılık uygulanmakta ve engelli ya da 12 yaş üstü oğlan çocukları olup çocuklarını bırakmak istemeyen kadınların sığınak hakkı elinden alınmaktadır. Yukarıda paylaşılan örnekte bu uygulamanın ŞÖNİM tarafından ezbere bilgi vererek kadınları alternatifsiz bırakmaya varabildiği görülmektedir. Kadınların ve beraberlerindeki çocukların şiddete karşı mücadele mekanizmalarında karşılaştıkları sorunlara dair kapsamlı rapor ekte sunulmuştur. (EK 1. Erkek Şiddetiyle Mücadelede Koordinasyona İlişkin İzleme Raporu )

  1. Türkiye’nin taraf olduğu Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (CEDAW) uyarınca, sözleşmeye uygun bir ayrımcılıkla mücadele ve nefret söylemi mevzuatı halen çıkarılmamıştır.  Siyasette eşit temsil ile ilgili bir Anayasal düzenleme olmadığı gibi parite yasası gündemde bile değildir. Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanununda İstanbul Sözleşmesi’nin de zorunlu kıldığı ısrarlı takip, zorla evlendirme, dijital şiddet gibi kadına yönelik şiddetin yaygın ve farklı türleri dahil toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılığın uluslararası standartlara uygun bir şekilde suç sayılmasını sağlayacak ve cezasızlığı önleyecek maddi ve usul kurallarına ilişkin herhangi bir düzenleme bugüne kadar yapılmamıştır.

Öte yandan, Medeni Kanunda yıllardır kadın hakları savunucuları ve feministler tarafından talep edilen, evlenme yaşının 18 olarak belirlenmesi, kadının evlendikten sonra doğrudan kendi soyadını kullanabilmesi, müşterek çocuklara kadınların kendi soyadlarını verebilmeleri, boşanmadan sonra kadının yeniden evlenebilmek için 300 gün beklemesini zorunlu kılan şiddet müddetinin kaldırılması gibi konularda halen bir çalışma bulunmamaktadır. Halen yaş büyütme davaları ya da olağanüstü hallerde evlenme izni alınabilmesi düzenlemesi nedeniyle mahkemelerde çocuk yaştaki evliliklere izin verilmekte; çocuk hakları korunmamaktadır. Ayrıca, Kabahatler Kanunu trans kadınları kriminalize etmek için kolluk kuvvetleri ve bekçiler tarafından kötüye kullanılmaktadır. 

  1. Covid-19 salgını ile yaygınlaşan olağanüstü hukuk rejimi altında kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet de tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artmıştır. Bu dönemde devlet tarafından herhangi bir geçici özel önlem alınmadığı gibi Hakimler ve Savcılar Kurulu, 30 Mart 2020 tarihli Covid-19 ek tedbirler konulu genelgesinin 10. maddesinde “6284 Sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının yükümlülerinin Covid-19 kapsamında sağlığını tehdit etmeyecek şekilde değerlendirilmesi”  gerektiğini duyurmuştur. 

HSK’nun hukuka aykırı olan bu talimatı ile hakimlere şiddet faillerine yönelik evden uzaklaştırmaya ilişkin tedbir kararlarını Covid-19 bahanesiyle vermeyebilecekleri söylenmiştir. Pandemi süresince şiddete maruz kalan kadınların çoğu başvurabilecek bir yer bulamazken yasaları uygulaması gereken savcıların, mahkemelerin ve kolluk görevlilerinin de çoğu zaman kadınlara yanıltıcı ve/veya eksik bilgi vererek şiddetten uzaklaşabilmek için sahip oldukları haklara erişimlerini engellemeleri ile sıkça karşılaşılmıştır. Pandemi nedeniyle alınan tedbirler kapsamında 2020 yılında infaz mevzuatında yapılan değişiklikler ile kadına yönelik şiddet eylemleri nedeniyle cezalandırılan failler hiçbir tedbir alınmadan ve mağdurlar ile aileleri bilgilendirilmeden serbest bırakılmıştır.

COVID-19, sığınakta kalan kadınlar için daha farklı zorluklar ortaya çıkarmıştır. Kadınlar pandemi gerekçe gösterilerek ikamet ettikleri şehir dışında hiçbir yerde sığınağa kabul edilmemektedirler. Bir kere sığınağa yerleştikten sonra ise başka şehre nakilleri gerçekleştirilmemektedir. 

Covid-19 salgını başladığından bu yana istihdam edilen kadınların yaklaşık %51’i iş yaşamlarına ara vermek zorunda kalmıştır (%26’sı işten çıkarılmış, %25’i ücretsiz izne ayrılmıştır). Okulların kapanması, pazara erişimin ortadan kalkması veya sınırlı hale gelmesi, hijyene, hasta ve yaşlı bakımına yönelik artan gereklilikler, hane üretimi ve bakım işgücüne olan talepte daha önce görülmemiş düzeyde bir artışı tetiklemiştir. Kadınlar, hem hane içi ücretsiz çalışma alanında hem de ücretli çalışma alanında iş saatlerini artırarak bu talep artışı ile başa çıkmaya çalışan temel aktör olmuşlardır. COVID-19 krizinin başlangıcından önce, zaten işgücü piyasasından dışlanmış olan kadınların sayısı, krizle birlikte büyüyerek devam etmektedir. Covid-19 ile birlikte yaygınlaşan uzaktan çalışma modeli toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikleri çoğaltmıştır ve okulların, çocuk bakım merkezlerinin kapanması, ailenin diğer bireylerinin de evde kalması kadınların iş yükünü katmerli olarak artırmıştır.

Türkiye’de 20 Mart 2020’de örgün eğitime ara verilmesi ve sonradan uzaktan dijital eğitime geçiş, özellikle kız çocuklarının ve kadınların eğitime erişimini zorlaştırmıştır. Yaşanan zorlukların, özel ihtiyaçları bulunan risk gruplarında katlamalı olarak gerçekleştiği bilinmektedir. Birkaç çocuklu bir evde bir bilgisayar ya da bir tablet var ise, özellikle yoksul kesimlerde, bunun oğlan çocuk tarafından öncelikli olarak kullanıldığı gözlemlenmektedir. Pandemi sırasında kız çocuklarının ve kadınların hane içi bakım sorumlulukları eşitsiz biçimde artmıştır. Karantinada çocukların bakımı ve eğitimi konusunda evdeki yeni yaşam koşulları, kadınların yükünü daha da ağırlaştırmıştır. Pandemi sonrasında, ailenin yoksullukla baş etme sürecinde kız çocuklarının çocuk yaşta erken ve zorla evliliklere maruz bırakılmaları olasılıklarını artırmıştır. 

  1. Salgın gibi olağanüstü haller söz konusu olduğu dönemlerde şiddetten korunma, adalete erişim, sosyal yardım, istihdam ve gelir koruma programlarında kadınları koruyucu özel düzenlemeler yapılmalıdır.

Bu çerçevede, Sağlık Bakanlığı tarafından Covid-19 salgını ile mücadele için oluşturulan Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu’na ve gelecekte yaşanacak her türlü kriz için oluşturulacak benzeri kurullara, toplumun tüm kesimlerinin farklılaşan ihtiyaçlarının hak temelli bir yaklaşımla ele alınmasını sağlayacak ruh sağlığı uzmanları, toplum bilimciler, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve ilgili meslek odaları da dahil edilmelidir. 

Covid-19 salgının kadın sağlığı üzerindeki etkisi engelli kadınlar, LBTİ+ kadınlar, göçmen kadınlar, HIV+ kadınlar, hamile kadınlar, seks işçisi kadınlar da dahil olacak şekilde kesişimsel toplumsal cinsiyet analizi yapılarak araştırılmalı ve sonuçlara ilişkin bir eylem planı hazırlanmalıdır.

Cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı alanında sunulan hizmetler hak temelli bir anlayışla, belli kalite standartları korunarak, kriz durumlarında da herkesin ulaşabileceği şekilde sunulmalıdır. Covid-19 salgını sırasında yaşanılan krizde olduğu gibi bu hizmetlerin verilmesinin sekteye uğradığı durumlar için özel önlemler alınmalı ve ek hizmetler geliştirilmelidir. 

10 haftaya kadar yasal olan isteğe bağlı kürtaj hakkına getirilmiş olan fiili erişim engeli kaldırılmalı, bu hizmetin kaliteli, güvenilir ve ücretsiz olarak her kadının erişebileceği şekilde verilmesi sağlanmalıdır. Doğum kontrol yöntemlerine Aile Hekimliklerinden ücretsiz olarak erişim sağlanmalıdır. Pandemi gibi kriz dönemlerinde kadınların cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı ve hakları hizmetlerine erişimini kolaylaştıracak teletıp gibi sistemler oluşturulmalı, tıbbi kürtaj yöntemi uygulanabilir olmalıdır. 

Ekonomik canlanmaya yönelik maliye politikaları kurgulanırken ve hayata geçirilirken bakım hizmetleri sektörüne yapılacak yatırımlar önceliklendirilmelidir. Bu sektöre yönlendirilecek kamu yatırımlarının birden çok politika hedefine hizmet ederek bir çarpan etkisi yaratacağı (aileler üzerindeki ücretsiz bakım emeği yükünü azaltmanın ve özellikle dezavantajlı çocukların kaliteli hizmetlere ulaşımını sağlamanın kendiliğinden sağlayacağı faydaların yanı sıra, yüzbinlerce yeni istihdam olanağı yaratıp işsizliği ve yoksulluğu azaltması gibi) araştırmalarla sabittir. 

Covid-19 salgını öncesi de istihdama eşit bir şekilde katılamayan ve Covid-19 salgını krizi ile istihdam dışına itilenlerin (kadınlar, LGBTİ+’lar, göçmenler, engelliler vb.) tekrar istihdamda yer alabilmeleri için özel politikalar geliştirilmelidir. 

Covid-19 salgını öncesinde de kamuoyu ile paylaşılmayan kadınları şiddetten koruyan kamusal mekanizmalarla ilgili veriler, uluslararası insan hakları kurumlarının izleme faaliyetleri kapsamında sistematik bir şekilde dikkat çektiği üzere, kamuoyu ile düzenli olarak paylaşılmalıdır. Covid-19 salgını süreci için bu konuda özel bir rapor hazırlanmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Covid-19 salgınından önce de kadınları şiddetten korumaya yönelik ancak gerektiği gibi işlemeyen mekanizmaların salgın esnasında özel olarak nerelerde tıkandığının tespit edilmesi ve salgının ileri fazlarının yanı sıra gelecekteki farklı kriz durumları için bu mekanizmaların krizlere hazır hale getirilmesi sağlanmalıdır. Covid-19 salgını ve benzeri krizlerde kullanılmak üzere kadınların acilen erişebilecekleri geçici ve güvenli barınma imkanları oluşturulmalıdır. Sığınak ve acil barınma ihtiyaçları salgına ilişkin sağlık önlemleri uygulanarak sağlanmalıdır. Kadınların yaşadığı şehir, milliyeti, darp raporu olup olmadığı sığınağa kabul için şart olarak sunulamaz. Sığınak olmayan şehirlerde veya yer olmadığı durumda sığınak yerine kullanılabilecek yerler, alanlar sağlanmalıdır. Sığınaklarda gerekli sağlık tedbirleri derhal alınmalı (düzenli ateş ölçümü, maske kullanımı, temizlik tedbirleri vb.) sığınaklardaki odalar ayrılmalı, risk grupları mevcut ise karantina haline uygun yerleşimler planlanmalıdır. Alo 183 kadına yönelik şiddet özelinde Acil Yardım Hattı olarak çalışmalıdır. Hattın kapasitesi artırılmalı ve vaka takibi yapmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin de gereği olan cinsel şiddet kriz merkezleri ivedilikle oluşturulmalıdır. Tüm belediyelerin bünyesinde kadın danışma ve dayanışma merkezleri kurulmalıdır. Kolluk kuvvetleri 6284 sayılı Kanun’da tanımlanan görevlerini harfiyen, ihmal etmeden yerine getirmeli, getirmeyenler hakkında cezai işlem uygulanmalıdır. Şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması için gerekli uzaklaştırma kararları kanıt talep etmeden alınmalı, alınanların takipçisi olunmalı ve sığınak talebinde bulunan kadınlar yönlendirilmelidir. Kadınların talepleri öncelikli olmalı, karakollarda kadınlar saatlerce bekletilmemelidir. Devlet özellikle kriz dönemlerinde kadına yönelik şiddet konusunda farkındalık kampanyaları düzenlemeli ve kamu spotları ve benzeri yollarla kriz dönemlerinde kadınların şiddetten korunmak için nereye ve nasıl başvuracakları konusunda bilgilendirilmesini sağlamalıdır.

Kadınların haklarını hayata geçirmelerini ve bir ağ içinde güçlenmelerini destekleyen Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı gibi kadınların insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır.

  1. Çoklu ve kesişen ayrımcılık, normal dönemlerde olduğu gibi salgın döneminde de yakıcı bir insan hakkı ihlali olmuştur. Bu çerçevede engelli, göçmen, yaşlı, lezbiyen ve trans kadınlar gibi kesişen ayrımcılık biçimlerine maruz kalan kadınlar da temel hak ve özgürlüklerinden yararlanmada dezavantajlı durumda olmuştur. 2021 yılı Nisan ayında yapılan bir araştırmaya göre yaşlı insanlara karşı şiddet, istismar ve ihmali içeren 155 vaka tespit edilmiş olup, bu vakaların %39’unun yaşlı kadınlara yönelik şiddet, istismar, ihmal, hak ihlali ve ayrımcılıklardan kaynaklandığı görülmüştür. Engelli kadınlara yönelik şiddet oranı salgın öncesinde %33,4 iken, salgın döneminde %18,7 artmıştır. Covid-19 hastalarının bakımını karşılamakta zorlanan sağlık sistemi, şiddet mağdurlarına hizmet verememiş, sosyal mesafe önlemleri nedeniyle kadınlar destekten yoksun kalmışlardır.

LBTİ+ kadınlar mağduriyet hallerinde suçu hak eden kişiler olarak görülmeleri, “sapkın olduklarının” ifade edilmesi yetkililerin de bakış açısını yansıtmaktadır. Nefret suçları ile mücadele etmek ve mağdurları desteklemek için herhangi bir siyasi irade ve politika bulunmaması nedeniyle nefret cinayetleri cezasız kalmakta ve teşvik edici bir sosyo-politik ortam yaratmaktadır.  

Şiddet gören göçmen kadınlar, sığınma evlerine yerleştirilse bile herhangi bir kaydı bulunmadığı için kimliklendirme çalışmaları yapılması yerine sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezlerine alınmaktadırlar. Bu uygulama şiddetin sürmesi ve kadınların şikayet edememelerini getirmekte, kayıtlı ve kayıtsız mülteci ve sığınmacı kadınların farklı tavırlarla karşılaşmalarına neden olmaktadır. Mülteci ve sığınmacı LBTİ+ kadınlar yaşadıkları sorunların yanı sıra yabancı düşmanlığına da maruz kalmaktadırlar. Görünüşleri nedeniyle mülteci trans kadınlar her türlü ortamda şiddetin farklı türleri ile karşılaşabilmektedirler. Mülteci LBTİ+kadınların başvuruları, statü belirleme mülakatlarını yapan göç uzmanlarının bilgisizlikleri ya da önyargıları ve prosedürel sorunlar nedeniyle zorlaştırılmaktadır.