Skip to main content
Genel

Tüm Kadınlar Şiddetten Uzak Bir Hayat Kuruncaya Kadar Mücadele Etmeye Devam Edeceğiz. Nefrete İnat, Yaşasın Hayat!

Kadınların eşit yurttaşlar olarak kamusal hayata özgürce dahil olma hakkına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı saldırıların açıkça bir savaşa dönüştüğü, LGBTİ+’ların varoluşlarına karşı eşi görülmemiş bilinçli bir nefret kampanyasının sürdürüldüğü, şiddetten uzak, eşit ve özgürce yaşama arzumuzun giderek kuşatılarak sarmalandığı bir dönemden geçiyoruz.

Her yaştan milyonlarca kadın, çocuk ve LGBTİ+ olarak, artan yoksulluğu; barınma, eğitim, istihdam, sağlık ve adalete erişim gibi en temel haklarımızdan mahrum bırakılarak en yakıcı şekilde deneyimliyoruz. Her yeni güne hayatlarımız ve haklarımız hiçe sayılarak büyütülen bir nefret kampanyasıyla uyanıyoruz. Kamu organlarınca radyo ve televizyonlarda tanıtımının yapılması teşvik edilen bu nefret dolu zihniyeti bizler çok iyi tanıyoruz. Bu zihniyet, on yıllardır bizlerin giyimine karışan, kaç çocuk yapmamız gerektiği hakkında ahkam kesen, kadın ve LGBTİ+ katillerini cezasızlıkla ödüllendiren, bizleri evlere ve şiddete mahkum etmek isteyen, arzularımıza, kahkahalarımıza, hayallerimize set çekebileceğini sanan hetero-patriyarkanın ta kendisidir.

Konser ve festivaller başta olmak üzere gençlerin biraz olsun nefes alabileceği her etkinliği iptal eden, kadın sanatçıları kıyafetleri ve politik görüşleri nedeniyle linç eden ve hatta hapse attıran, varoluşlarını onurlandırmak için sokağa çıkmak isteyen yüzlerce LGBTİ+’yı ters kelepçeyle gözaltına aldıran, hakları için sokağa çıkan kadınlara engel olurken nefret mitinglerine koruma sağlayan, kadınların ve çocukların şiddetten uzak hayatlar sürmesi için var gücüyle çalışan derneklere kapatma davası açtıran zihniyet ile köktendinciliğe çanak tutan  aynı patriyarkal zihniyettir. 

Sadece kamusal alanda değil, ev içinde yani özel alanda gerçekleşen şiddeti de hukukun konusu yaparak devlete ev içi şiddetle mücadele etme yükümlülüğü getiren İstanbul Sözleşmesi’nden “ailenin korunması” kisvesi altında çekilen iktidar, şimdi yine “ailenin korunması” amacıyla tüm ülkenin gündemine bir Anayasa değişikliği dayatıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen iktidarın korumak istediği aile, açık ki milyonlarca kadının, çocuğun ve LGBTİ+’nın şiddetle çevrelendiği, birey olarak tanınmadığı ve ne pahasına olursa olsun uzaklaşmasına izin verilmeyen bir aile. Bu aile, kendi dışında kadınlar, çocuklar, gençler, engelliler, yaşlılar ve LGBTİ+lar için özerk, eşit ve özgür bir hayat tahayyülüne yer bırakmayan bir aile. Bu, patriyarkanın kendisini yeniden ve yeniden var ettiği bir aile ve bizler bu aileyi çok iyi tanıyoruz.

Ne var ki çok iyi bildiğimiz bir başka şey daha var. Hayatlarımıza, varoluşlarımıza, en temel insan haklarımıza, arzularımıza, neşemize, özgürlük ve eşitlik tahayyülümüze yönelen bu patriyarkal kuşatmaya karşı biz feministler, çok iyi bildiğimiz o şeyi yapmaya devam ediyoruz. Sokakta, evde, işte, okulda ve meydanlarda her türlü engellemeye rağmen bir araya gelerek, direnerek, itiraz ederek, inat ederek, umut ederek, inancımızla ve öfkemizle mücadele ediyor, dünyanın her yerinde, ayrı ayrı, tarih yazıyoruz.

25 Kasım 2022’de, bıkmadan, usanmadan, yüksek sesle ifade ediyoruz:

Şiddetten uzak, özgür ve eşit yaşama hakkımızdan, hayatlarımızdan, bedenlerimizden, arzularımızdan elinizi çekin.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmek ve kadınları her türlü şiddetten korumak devletin asli yükümlülüğüdür, yükümlülüğünüzü yerine getirin.

İstanbul Sözleşmesi’ni tekrar imzalayın ve her maddesini eksiksiz uygulayın.

Tek bir kadın bile şiddete maruz kalmayana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Nefrete inat, yaşasın hayat!