Skip to main content
Genelkampanya ve bildiriler

Barışta Israr Ediyor, Barışı İnşa Ediyoruz: Sürdürülebilir, Kalıcı ve Kapsayıcı Barış için Feminist Talepler

Barışta Israr Ediyor, Barışı İnşa Ediyoruz: Sürdürülebilir, Kalıcı ve Kapsayıcı Barış için Feminist Talepler

2024  Ekim itibarıyla siyasette ardı ardına gelen çağrıların ardından, PKK’nın silah bırakarak kendini feshetmesi ve sonrasında TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ile yeni bir sürecin içine girdik. Bu sürecin Kürt halkı başta olmak üzere tüm Türkiye halkları için adil, sürdürülebilir, demokratik, kapsayıcı ve onurlu bir barış ile sonlanmasını temenni ediyoruz. 

Kadının İnsan Hakları Derneği olarak kuruluşumuzun en başından bu yana barışı feminizmin temel konularından biri olarak görüyor ve  toplumsal cinsiyet eşitliğinden ayrı düşünmüyoruz. Çünkü erkeklik, tahakküm kurma ve hükmetme arzusunu şiddet üzerinden yeniden üreterek kendini var eder, savaş da gücün ve şiddetin erkeklikle özdeşleştiği ataerkil anlayışın en çıplak halidir. Irkçılık, milliyetçilik ve sınıfsal hiyerarşi, bu erkeklik rejimini besleyen ve meşrulaştıran iktidar katmanlarıdır. Erkek egemen iktidar, varlığını daima bir “öteki” yaratarak sürdürür. Bu ötekinin kim olduğu farklılık gösterir, kimi zaman Kürt halkı, kimi zaman kadınlar, kimi zaman LGBTİ+’lardır, ancak değişmeyen şey, “öteki”ne biçilen değersizliktir.  

Bu gerçeği, tarih boyunca ve bugün yaşadıklarımızla deneyimliyoruz. Kürt halkına yıllardır uygulanan ayrımcı politikaların son bulması, bunlar sonucu oluşan ihlal ve acıların onarılması elzemdir, fakat kalıcı barış, tüm toplumsal kesimlerin eşit hak ve özgürlükleri temelinde inşa edilecek bütünlüklü bir barış anlayışıyla anlam kazanacaktır. Bu ise her köken ve gruptan yurttaşın, eşit, özgür, güvenli, adil ve şiddetsiz bir yaşama erişmesi ve yaşama hakkının diğer herkesle eşit biçimde korunması anlamına gelmektedir. Çünkü barış, yalnızca silahların susması değil, şiddetten uzak, eşit ve özgür yaşamanın güvence altına alınmasıdır. 

Bu güvenceye en çok ihtiyaç duyan, savaşın tahribatını en ağır biçimde yaşayan kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lardır. Erkekliğin düşman siyasetinin sahası olan savaşın en çok bizlere zarar verdiğini biliyoruz. Bu yıkımın ağırlığını taşıyanlar olarak, savaşın yarattığı tahribatı da, barışın imkanını da en yakından bilenler bizleriz. Bu sebeple kadınlar olarak feminist politikamızla sürdürülebilir barışı inşa etmeye katkı sunmayı hedefliyor, yıllardır olduğu gibi  barışta ısrar ediyoruz.

Bu çerçevede, Kadının İnsan Hakları Derneği olarak barışa katkı sunabilmek amacıyla temel feminist taleplerimizi paylaşıyoruz:

1.Barış, sadece güvenlik söyleminden yola çıkarak, tarafların temsilcilerinin el sıkışması ve silahların susmasıyla sağlanamaz. Kadınların içinde bulunmadığı bir barış  düşünülemez; kadınlar barışın kurucu öznesi olarak sürece dahil edilmeli ve barış katılımcı bir süreçle toplumsal olarak inşa edilmelidir.

2.Bütünlüklü ve kapsayıcı bir barış için yalnızca savaşın bitmesi değil, muhalefete karşı siyasi baskının son bulması, din, dil, ırk, etnik kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş vb. ayrım gözetilmeksizin herkesin yaşamının siyasi iktidar tarafından korunması gerekmektedir. Yeni düşmanlar icat etmekten vazgeçilmeli, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla başlayıp Aile Yılı’na varılan süreçte “ailenin korunması” adı altında LGBTİ+’ları kriminalize eden, kadın ve LGBTİ+’lara yönelik nefret siyasetinden derhal vazgeçilmelidir. Tüm kadınları, ve ev içi şiddete uğrama riski olan herkesi şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’ne derhal geri dönülmelidir.

Zira toplumsal barış vurguladığımız üzere tüm yurttaşların eşit bir zeminde var olma hakkının tanınmasıyla mümkündür. Bu eşitliğin tanınmadığı bir barışın sürekliliğinin mümkün olmadığı dünyanın her yerinde yaşanan deneyimlerle sabittir. Bu nedenle siyaset, insan haklarını, özellikle hukukun üstünlüğü, tarafsızlık ve güçler ayrılığı ilkeleriyle birlikte demokrasinin tüm değerlerini ve kapsayıcı eşit yurttaşlık anlayışını temel norm olarak kabul etmeli, barışı ise hak temelli bir perspektiften tartışıp inşa etmelidir.

3.Kayyım uygulamalarının muhalefete bir tehdit olarak kullanılması, yalnızca anti-demokratik değil, aynı zamanda doğrudan patriyarkal bir bastırmadır. Deneyimle biliyoruz ki kayyımların ilk hedefi, kadınların ve LGBTİ+’ların yerel yönetimlerde kurduğu eşitlikçi mekanizmalar oldu. Kayyımlar ilk önce kadın danışma merkezlerini, kadınlara yönelik hak temelli güçlenme programlarını, kapsayıcı sağlık hizmetlerini tasfiye etti, kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarını işlevsizleştirdi ve yerel yönetimler aracılığıyla  erkek egemen siyaseti yeniden kurdu. 

Kadınların siyasal temsiline ve yerel demokrasinin eşitlikçi kazanımlarına yönelen bu saldırı kayyım rejiminin sadece bir yönetim biçimi değil, bir iktidar politikası olduğunu göstermektedir. Bu nedenle politik sebeplere dayanan kayyım uygulamalarının dayandığı tüm yasal düzenlemelerin iptali gerekmektedir. Adli soruşturmalar neticesinde belediyelere kayyım atanması halinde ise atanmış kişinin kadın ve LGBTİ+’lara dönük politik saiklerle vereceği kararlara ilişkin bir denetim mekanizması oluşturulmalıdır. Bu nedenle kayyım uygulamalarına derhal son verilmesi temel hedef olmakla birlikte, zorunlu hallerde hesap verilebilirliğin ve kazanımlara yönelik koruyucu mekanizmaların oluşturulması barış zemininin vazgeçilmez bir unsurudur.   

4.Savaş, patriyarkanın en doğrudan ifadesidir, kadın bedenini hem savaşın alanı hem de hedefi haline getirir. Kadın bedeni ve cinselliği, ele geçirilecek bir ganimete dönüştürülür, böylece cinsel şiddet, savaşın sistematik bir silahı haline gelir. Ekin Wan’ın katledildikten sonra bedeninin teşhir edilmesi,  Taybet İnan’ın evinin önünde katledildikten sonra bedeninin günlerce sokakta bırakılması, İpek Er’e cinsel saldırıda bulunan Musa Orhan’ın cezasız bırakılması ve Hakkari’de belgelenen kolluk tacizi vakaları bu şiddetin en çıplak ve en ağır örnekleri olarak feminist hafızamıza kazınmıştır. Tam da bu sebeple, üniformalı failler tarafından işlenen tüm cinsel şiddet vakalarında cezasızlığa son verilmesi, etkin ve bağımsız soruşturma yöntemlerinin geliştirilmesi elzemdir. Faillerin yargılanması önündeki tüm bürokratik engellerin kaldırılması ve üniformalı şiddetten hayattan kalanlar için tazmin mekanizmaları oluşturulması hem kalıcı barış hem de adaletin tesisi için zorunludur.

5.Önceki çözüm süreci sonrasında yeniden başlayan yoğun savaşla birlikte Kürt kadınların kurdukları derneklerin de dahil olduğu yaklaşık 370 dernek mühürlenmiş, içinde kadın derneklerinin de bulunduğu toplam 1300 sivil toplum örgütü kapatılmıştır. Bu kurumların büyük bölümü kadına yönelik şiddetle mücadele eden, kadınlar için ekonomik, sosyal ve psikolojik destek sistemleri kurmaya çalışan yapılardı. Bu keyfi mühürlemeler ve kapatmalar, yalnızca örgütlenme özgürlüğünü değil, kadın örgütlerinin kadınlarla kurduğu temas hattını da engellemiş, kadınlar şiddet karşısında daha savunmasız bırakılmıştır. Örneğin, Derneğimizin KİHEP programını alan kadınlar tarafından kurulan ve erken ve çocuk yaşta ve zorla evliliklerle mücadele eden Muş Kadın Çatısı’nın 2016’da kapatılmasının ardından açılan davada haksız yere kapatıldığının tespit edilmesi, her ne kadar bu politikaların hukuk dışılığını açık biçimde göstermekteyse de, Muş’ta bu davanın sürdüğü yıllar içerisinde kaç kadının ve kız çocuğunun Muş Kadın Çatısı’nın destek mekanizmasından mahrum kaldığını tespit etmemektedir. 

Oysa kalıcı barışın inşası, yalnızca silahların susmasıyla değil, savaşın bıraktığı toplumsal tahribatın onarılmasıyla mümkündür ve tam da bu nedenle sivil toplum yapılarının yeniden güçlenmesini ve desteklenmesini zorunlu kılmaktadır. Silah bırakan kadın gerillaların topluma yeniden katılımı, psiko-sosyal destek, travma onarımı, ekonomik bağımsızlık ve yeniden aidiyet süreçlerinin yürütülmesi ve kadınların yaşamlarını onarıcı mekanizmalara erişimi ancak kadın örgütlerinin varlığı ve destekleriyle mümkündür.  Bölgedeki kadın ve LGBTİ+ örgütleri, hem kadınların barış sürecine eşit katılımının hem de toplumsal iyileşmenin asli öznesidir. Dolayısıyla bölgedeki kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin örgütlenme özgürlüğüne yönelik saldırıların sona ermesi, sivil toplumun yeniden güçlendirilmesi ve kadın örgütlerinin barışın kurucu unsuru olarak tanınması elzemdir.

6.Biz kadınlar olarak duyulmamanın acısını kendi deneyimimizden biliyor, her birimize ait olan uzun yılların  hafızasını taşıyoruz. Sistematik cinsel saldırıya, tehditlere ve şiddete maruz kalan ve daha sonra ailesi tarafından öldürülen Fatma Altınmakas’ın Türkçe bilmediği için şikayetinin alınmadığını, ifadesinin kayda geçirilmediğini biliyoruz. Yeniden yürürlüğe girmesi için yıllardır mücadelemizi sürdürdüğümüz İstanbul Sözleşmesi’nin 4. maddesinde belirtildiği gibi; devlet dil, etnik kimlik ya da başka herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın tüm kadınların  adalete erişimini kolaylaştırmakla ve güvenli yaşama hakkını sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle kamusal hizmetlere erişimde (eğitim, sağlık, adliye, karakol vb.) Kürtçe’nin resmi dil olarak tanınması ve tüm kamusal hizmetlerde tercüman hizmetinin devlet tarafından eşit biçimde sağlanması, Kürt kadın ve kız çocuklarının adalete erişimi, güvenliği ve yaşam hakkı açısından hayati önemdedir.

7.Türkiye’nin 2025 bütçesinde savunma ve güvenliğe ayrılan kaynak yaklaşık 47 milyar dolara ulaşmış ve bir önceki yıla göre %165 artış göstermiştir. Ekonomik kriz, yüksek enflasyon ve kadın ve çocuk yoksulluğunun %40’ın üzerinde seyrettiği, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kişi başına düşen gelirin ülke ortalamasının dörtte birine kadar gerilediği koşullarda bu devasa bütçenin bu devasa bütçenin nereye ayrıldığı politik bir tercihtir. Bu kaynakların tanklara, füzelere ve yeni güvenlik aygıtlarına değil; şiddeti önlemeye, kadınların, LGBTİ+’ların, çocukların yaşamlarını güçlendirmeye, eğitime ve sağlığa ayrılması gereklidir. Bütçe, savaşa ve ölüme değil, onurlu bir barışa ve yaşama ayrılmalıdır.

8.CEDAW Komitesi’nin ardı ardına yaptığı gözden geçirmelerde Türkiye’de Kürt kadınların etnik kimliklerinden kaynaklı çok katmanlı ayrımcılığa maruz kaldığı ve haklara erişimde yapısal engellerle karşılaştığı açıkça belirtilmiştir. Komite, Türkiye’ye bu eşitsizliklerin derhal giderilmesi ve Kürt kadınların medeni, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan eksiksiz biçimde yararlanmasının sağlanması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur. Çok katmanlı ayrımcılık yalnızca Kürt kadınların değil sınıfsal, etnik, cinsel yönelim, inanç ya da engellilik temelinde ayrımcılığa maruz kalan tüm kadınların ortak deneyimidir. Bu nedenle, devlet kişilere karşı işlenen tüm suçlarda ayrımcılık ve nefret saikini ağırlaştırıcı neden olarak kabul etmeli nefret kültürünün toplumsal bilinçte yayılmasının önüne geçecek yasal ve politik adımları ivedilikle atmalıdır. Devlet, imza attığı uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmeli ve Kürt kadınların da dahil olduğu tüm ayrımcılığa maruz kalan kimlikler için eşit yurttaşlık temelinde kapsamlı politikalar geliştirmelidir. 

Biz kadınlar, barışın yalnızca öznesi değil, kurucusuyuz. Kadınların ve LGBTİ+’ların deneyimi, emeği ve sözü bu sürecin vazgeçilmez bileşenidir. Kadının İnsan Hakları Derneği olarak kalıcı, onurlu ve bütünlüklü bir barışta ısrar ediyor, barışı birlikte inşa ediyoruz.